Atabey Ünvanını tarihte ilk kullanan devlet hangisidir?
İlk defa Selçuklular döneminde kullanılmaya başlanan bir ünvandır.
Osmanlı şehzâdelerinin eğitim ve terbiyesiyle meşgul olanlara verilen isimdir. Selçuklularda bu vazîfeyi “atabegler” yaparlardı. “Atabeg” ya da “atabey” unvânı ilk defâ Selçuklularda kullanıldı ise de daha önceki Türk-İslam devletlerinde de bu vazîfeyi gören mêmurlar vardı.
“Şehzâde hocalığı”, “sultan danışmanlığı”, “hâce-i sultânîlik” ya da “atabeylik”, Türk hükümdârı, Türk devlet teşkîlâtını ve toplumun siyâsî, sosyal, ekonomik, kültürel hayâtını düzenleyip yönlendirmede en başta gelen; yetki bakımından diğer hiçbir yöneticiyle mukâyese edilemeyen yönetim noktasıydı. Türk hükümdarlarının adları bâzen kurduğu devlete isim oldu. Türk insanının hayâtını mutlak sûrette etkileyen ve şekillendiren hükümdârın tahta çıkacağı zaman için eğitilmesi devletin en önemli görevleri arasındaydı. Dolayısıyla daha Orta Asya Türk devletlerinden îtibâren hükümdar olması muhtemel hânedan üyesi adayın eğitilmesi için “ata” adında bir müessesenin varlığı Orhun Kitâbelerinde geçmekteydi. Yollug Tigin, Kül Tigin’in “ata”sı olarak geçiyordu. Bu Selçuklularda tekâmül etmiş şekliyle görülen “Atabeylik” müessesesinin Göktürkler dönemindeki başlangıç şekliydi.
Selçuklular döneminde “Ata” ve “bey” kelimelerinin terekkübünden meydana gelen bu unvan ilk olarak meşhur Selçuklu Vezîri Nizâmülmülk’e verilmişti. Selçuklu devlet sisteminde çeşitli idârî birimlere tâyin edilen küçük yaştaki şehzâdelerin yanına genelde askerî kaynaktan bilgili, tecrübeli ve yetenekli beylerden “atabey” tâyin ediliyordu. Atabeyler idârî birimin yönetimine bâzen doğrudan bâzen de dolaylı katkı sağlıyorlardı. Böylece işin pratiğini ön planda tutarak geleceğin hükümdar adayı şehzâdeye yönetim eğitimi verilmiş oluyordu. Selçuklu dönemi atabeyleri arasında hükümdarlığa kadar yükselip kendi devletini kuranlar olmuştu. “Atabeylik” müessesesi ve geleneği başta Türkiye Selçukluları olmak üzere, Harezmliler, Eyyûbîler, Memluklar gibi Müslüman-Türk devletlerinde görüldüğü gibi İznik – Bizans İmparatorluğu ve Gürcü Krallığında da görülmektedir. Bu da, kurumun ne derece fonksiyonel olduğunun göstergesidir. Selçuklu döneminde “alp”, “inanç”, “bilge”, “tuğrul”, “tigin” unvanları atabeyliğin müteradif unvanları olarak kullanılmıştır.
Osmanlı döneminde şehzâde hocalığı müessesesi, “lala” veya “hâce-i sultânî” unvanları olarak devam etti. Yine sancaklarda geleceğin hükümdar namzetleri olarak bulunan hânedan üyesi şehzâdelerin yanında tecrübeli, bilgili, seçkin devlet adamlarından hocalar bulunuyordu.
Geleceğin hükümdârını yetiştirmek üzere görevlendirilen bu kişiler din ve fen ilimlerinde mümtaz şahsiyetler arasından seçilirlerdi. Şehzâdeler sancağa çıkarken bâzen yanlarına birden fazla da lala görevlendirilirdi. Bu durumda en kıdemlisi “lala paşa” unvânını taşırdı. Lalanın ilmî kıymeti yanında pâdişâhın fevkalâde îtimâdını kazanmış emin bir kimse de olması gerekliydi. Çünkü bunlar şehzâdenin iyi bir devlet adamı olarak yetişmesi yanında onun pâdişâha karşı itâatini de kırmaması lâzımdı. Îtimâdı sarsacak durumlarda lalaların görevden alınması pâdişâhın yetkisindeydi.
Şehzâde, pâdişah olunca hocasını hünkâr hocalığına (hâce-i sultânî, hünkâr şeyhi, pâdişah hocası) tâyin eder ve yüksek ilmiyye rütbesi verirdi. Pâdişah hocalarının muayyen maaşları ve hükûmet tarafından verilen istihkakları vardı. XVIII. asrın ikinci yarısından sonra, hünkâr hocalığına mülkiye sınıfından ve hadım ağalarından fazl ve kemal sâhibi olanlar tâyin edilmeye başlandı. Pâdişah hocalarıyla müderrislerin derslerinden mêzun olanlara, yevmiyesi 20 Akçe olan müderrislikler verilirdi.
Pâdişah hocaları şeyhülislâma denktir. En meşhurları Fâtih’in hocaları, Molla Gürânî, Molla Hüsrev vs.dir. Pâdişah, lalalarının en kıdemlisi olan lala paşayı vezirliğe ve bâzen de sadrâzamlığa tâyin ederdi.
Saraya alınan acemilerin terbiyesine mêmur edilenlere de lala denilmiştir.
Eskiden büyük mêmurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine bakmak üzere “lala” istihdam ederlerdi. Lala, görünüşte hizmetkâr vaziyette idiyse de, terbiyesi kendisine havâle olunan çocuğa karşı âmir yerinde bulunur; esâsen yaşlı ve kâmil insanlardan seçildikleri için çocuklar da kendisine bir mürebbi, bir hoca gibi tâzim ve hürmet ederlerdi.